2 Ekim 2024 Çarşamba

SABAHATTİN ALİ'NİN ÖLDÜRÜLME EMRİNİ KİM VERDİ?

 

 

 

 

   Sabahattin Ali'nin öldürüldüğü günlerde Jandarma Genel Komutanı olan General Şükrü Kanadlı'nın adını duydunuz mu?

   Kanadlı’nın tanınmasına neden olan en önemli görev, 1938 yılı 5 Temmuz günü Hatay’a giren 48. Takviyeli Dağ Alayı’nın başındaki Albay olmasıydı. Bu ve öbür önemli görevleri sırasındaki emir subayı da, kırklı yılların sonlarında Kırklareli’ye göndereceği Milli Emniyet Başmüfettişi Binbaşı Kemal Cantimur idi…

   Kanadlı, Kastamonu - Araç ilçesinden Gürcü kökenli bir ailenin, İstanbul’da 1892 yılında doğmuş, yine orada yetişmiş oğlu… Kuleli Askeri Lisesi’nin ardından Harp Okulu’nu Teğmen rütbesiyle 1912 yılında bitirmiş.

   İlk görev yeri, Arnavutluk isyanını bastırma amacıyla Edirne’den gönderildiği Batı Rumeli…  Batı Ordusunun 11. Tümen’deki 31. Piyade Alayı ve komutanı olduğu 4. Bölük...

   Adına yazılan tek kaynak, 2010 yılında İskenderun’da askerlerin çıkardığı, “Hatay’ın Albay Paşası Ahmet Şükrü Kanadlı” kitabında, “Arnavutluk isyanının bastırılmasında rol oynamıştır,” dese de, Ana Britannica Ansiklopedisi 2. cildinde, “Osmanlı ordusunun kısa sürede yenilmesiyle Arnavutlar 28 Kasım 1912’de Avlonya’da bağımsızlıklarını ilan ettiler,” yazmaktadır.

   Sabahattin Ali’nin babası, Piyade Yüzbaşı Cihangirli Ali Salahattin; Şükrü Kanadlı’dan on yaş büyük ve Arnavutluk isyanını bastırmak için Trablusgarp çatışmalarından döner dönmez Üsküp’e, Prizren’e gönderilmiş.

   Arnavutluk’ta aynı zamanlarda bulunan Teğmen Ahmet Şükrü’nün, komutan ağabeyi Yüzbaşı Ali Salahattin’i tanımaması olası mı?

   31. Alay ve Teğmen Ahmet Şükrü, Osmanlı Batı Ordusu’nun Manastır’dan çekilmesi üzerine Yanya’da Yunan Ordusu ile çatışmalara girmiş. Yaralanıp, esir düşerek 8 ay kalacağı Korfu Adası’na götürülmüş. Esaret sonrası, içinde Irak - Kutülamare savaşı da olan birkaç görev değişikliğinin ardından 1923 yılı başında Halife Abdülmecit’in emir subaylığına getirilmiş. Halifelik kaldırılınca Harp Akademisine girip, 1926 yılında kurmay olmuş.

   Kanadlı, Harp Akademisi’nden sonra Genelkurmay Haber Alma Dairesi 3. Şubesi’de, daha sonra da İstanbul’da bulunan 3. Piyade Alayı 6. Bölük Komutanlığı’nda görevlendirilmiş. 1928’de binbaşı rütbesiyle Edremit’te 4. Tümen Kurmay Başkanlığı’na atanmış.

   Yüzbaşı Salahattin Ali, 1926 güz sonu Edremit’te yaşamını yitirmiş. Okuma yazma oranı ülke genelindeki gibi çok düşük olan, on bin kişilik kasaba Edremit’te; öğretmen olan, öyküler - şiirler yazan, dil öğrenmek için Maarif Vekâleti’nce Almanya’ya gönderilen komutanının oğlunu aramak ve geride kalan ailesini görmeye gitmek, Binbaşı Kanadlı’nın aklına gelmemiş midir?

   Sabahattin Ali Almanya’dan dil öğrenir, gelir ama ‘üzerinize afiyet’ bu arada toplumcu düşünceleri de benimsemiştir. Tek parti döneminin disiplinine uymayan eleştirel öyküleri, şiirleri kendini devlet sananların dikkatini çekmeye başlamıştır. Aydın’da ve Konya’da öğretmenlik yaparken katakulli ile hapse düşer.

   Özellikle hapis damında yaşadıklarını, ‘görüp tanıdıklarını biriktirir’ ve öykülerinde, romanlarında kullanır.

   Şükrü Kanadlı’dan hiç söz etmez, Sabahattin Ali.

   1937 yılı başında askerliğini yapmak üzere Harbiye Yedek Subay Okulu’na gelir.

   Silahlı Kuvvetlerde başka subay yokmuş gibi Albay Kanadlı, bu kez de onun Yedek Subay Okulu komutanıdır. Sabahattin Ali okulda nakliye taburunda iki ay er, altı ay öğrenci olarak eğitim görür.

   Bu okul bugün Harbiye Orduevi’nin bulunduğu binadır.

   Sabahattin Ali’nin askerlik arkadaşı, Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Çoban Yurtçu, Kemal Bayram’ın yazdığı “Sabahattin Ali Olayı” kitabında bu günlere dair anısını anlatır:

   “General Şükrü Kanadlı gerçekten disiplinli bir albaydı. Kar, kış demez tüm birlikleri, o yıllarda boş arazi halinde bulunan Zincirlikuyu ve Ayazağa kasrı yönlerine eğitime çıkarır, gece eğitimlerini ise hiç ihmal etmezdi. Hatta bu disiplini yüzünden, tüm bölükleri okulun bahçesinde toplayarak okuduğu, bir de mektup almıştı. Bizlere bizzat okuduğu ve kendisini çok sinirlendirmiş olduğu anlaşılan mektupta biraz tehdit havası vardı. Eğitimin sıkı oluşundan, karda kışta araziye çıkmanın anlamsızlığından yakınılıyor ve şöyle deniliyordu: ‘Bizleri böylesine ezmek istiyorsan şunu bilmelisin, sen, Şükrü Kanadlıysan, bizler de yerde birer aslanlarız.’

   Rahmetli komutanımız, bu imzasız mektubu öfkeyle okuduktan sonra haykırıyordu: - Çıksınlar da görelim bu korkak kahramanları… Kendilerini yiğit sanan bu korkak fareleri.

   Doğal olarak yüzlerce kişilik toplulukta tıs yok. Ve ondan sonraları da eğitim daha da sıklaştırıldı.”

   Sizce de Şükrü Kanadlı’yı çok kızdıran bu imzasız mektubu Sabahattin Ali’den başkası yazmış olabilir mi?

   Harbiye Yedek Subay Okul komutanı, yazdığı öyküler ve şiirleri ve özellikle -o yazdıysa- bu mektubu nedeniyle Sabahattin Ali’nin geleceğiyle ilgili kararları verirken iyi düşüncelerle davranmaz.

   Kuşkusuz Sabahattin Ali’nin de baskıcı yöneticiler için iyi düşünceleri yoktur. Asım Bezirci, Evrensel Basım Yayın’dan 1974 yılında çıkardığı Sabahattin Ali kitabında, “Sabahattin Ali en çok Osmanlı, biraz da tek parti döneminin kimi jandarmaları için olduğu gibi kimi yöneticileri için de pek iyi düşünmez,” der.

   Harbiye Yedek Subay Okul Komutanı Albay Şükrü Kanadlı, Sabahattin Ali’nin okuldan yedek subay olarak değil çavuş olarak çıkarılarak cezalandırılmasını ister.  

   Hıfzı Topuz, Remzi Kitabevi’nden çıkan “Başın Öne Eğilmesin” kitabının 99 ve 100. sayfalarında Şükrü Kanadlı’dan; Sabahattin Ali’nin ‘okuldan çavuş çıkarılması’ olayından söz eder:

   “O yıllarda siyasal nedenlerle fişlenmiş olanlar yedek subay olamıyorlar ve çavuş olarak kıtaya gönderiliyorlardı. Bütün solcular okulda bunun kâbusunu yaşıyorlardı. Sicili bozuk olan Sabahattin Ali de bunun telaşı içindeydi. Bir hafta sonra Ankara’ya giderek Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan ile görüştü ve başına bir bela gelmemesi için yardımını istedi.

   Bakan o akşam hemen Afet Hanım’la (Prof. Afet İnan) görüştü. O da o günlerde İstanbul’a gidiyordu.

   “Lütfen Okul Komutanı’nı görüp kendisine selam ve sevgilerimi iletin,” dedi. “General Şükrü Kanatlı bir zamanlar benim yanımda görev almıştı. Çok değerli bir askerdir. Kendisine benim Sabahattin Ali’ye kefil olduğumu söyleyin. Çocuğun başına bir iş gelirse çok üzülürüm.”

   Afet Hanım Atatürk’ün yakınıydı ve büyük saygınlığı vardı. Sabahattin Ali’yi bakanlıkta tanımış ve çok beğenmişti. İstanbul’a gider gitmez Okul Komutanı’ndan bir randevu alarak kendisine Saffet Arıkan’ın mesajını iletti.

   General Şükrü Kanatlı, “Hay hay Hanımefendi,” dedi. “Sayın Saffet Beyefendi’ye benim büyük saygım vardır. Mesajını emir sayarım. Yalnız şunu bilmenizi isterim, bu dönem İstihbarat Örgütü’nden bize verilen listede adı geçen 10 – 15 yedek subay öğrencinin, sicilleri dolayısıyla kıtaya gönderilmeleri öneriliyordu. Ama Sabahattin Bey’in yedek subay olmasında bir sakınca görülmemişse öteki öğrencilerin de hiçbiri çavuş çıkartılmayacaktır. İlginize çok teşekkür ederim. Beni aydınlattınız.”

   Gerçekten de o dönemde, Sabahattin Ali gibi sicili bozuk olanların hiçbiri çavuş çıkartılmaz.

   Sabahattin Ali, 1938 Nisan’ında Teğmen olarak Eskişehir’e gönderilir.

   10 Kasım 1938 günü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün cansız bedeni trenle İstanbul’dan Ankara’ya götürülürken, Teğmen Sabahattin Ali Eskişehir Garı’nda emniyet önlemlerini almakla görevlendirilmiştir.  

   Sabahattin Ali ve sicili bozuk arkadaşlarının okuldan çavuş değil teğmen çıkarılmasının ardından üç ay sonra -yazımızın başında belirttiğimiz gibi- Albay Şükrü Kanadlı, 48. Takviyeli Dağ Alayı’nın komutanı olarak Hatay’a girer.

   O günlerde Hitler, Mussolini, Franko faşizminin dünyayı, sadece SSCB’de 22 milyon insanın öldürüldüğü savaşa sürüklemesinin ardından, ülkemizde de Uğur Mumcu’nun deyimiyle, “Kırkların Cadı Kazanı” yaşanmaya başlamıştır.

   Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in esirgemesiyle Devlet Konservatuarı’ndaki görevinde çok etkin ve üretken bir dönem yaşayan Sabahattin Ali, “Kuyucaklı Yusuf”un ardından “İçimizdeki Şeytan”ı ve “Kürk Mantolu Madonna”yı; onlarca öykünün, çevirinin yanı sıra yazıp yayınlar.

   Özellikle “İçimizdeki Şeytan”, Türkçülerin tepkisini çeker. Nihal Atsız’ın, Orhun Dergisi’nde Ali’yi komünistlikle suçlayarak hakaret ettiği gerekçesiyle mahkemelik olması, peşinden Atsız’ın 4 ay hapis alıp öğretmenlikten atılmasıyla Sabahattin Ali, sol’un sembolü haline gelir. “Sol’a vurmak demek Sabahattin Ali’ye vurmak demektir”. Irkçıların boy hedefi olur. Nihal Atsız, Orhun Dergisi’nde Başbakan Saraçoğlu Şükrü’ye açık mektup yazısında, komünistlerin devlet dairelerine kadar sızdığını söyler.

   Ortalık gittikçe karışır. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na karşı çıkan “Dörtlü Tahrir” imzacılarından Adnan Menderes, Fuat Köprülü, peşlerinden Refik Koraltan CHP’den ihraç edilirler; Demokrat Parti’yi kurarlar ve Celal Bayar’ı partinin başına getirirler.

   2. Dünya Savaşı’nın faşizmin yenilmesiyle bitmesini coşkuyla karşılayan “sosyalist aydınlar” toplumun gidişi konusunda yönlendirici olmak isteyerek 1945 yılı sonbaharında 3 önemli girişimde bulunurlar:

   1- Haftalık kültür ve güncellik dergisi Gün’ü çıkarmaya başlarlar.

   2- Sabahattin Ali, Esat Adil Müstecaplıoğlu ve sonra Vedat Baykurt’un ortağı olduğu 25 Kasım 1945 günü çıkarılacağı belirtilen ama bir hafta gecikerek 1 Aralık’ta yayınlanan -dört sayılık yaşamı olan- Yeni Dünya Gazetesi çıkarılır.

   3- Sabiha Sertel’in Görüşler Dergisi, 1 Aralık 1945 günü yayınlanır.

   4 Aralık 1945 sabahı Tan olayı patlak verir.

   İktidar yanlısı yayın organlarının kışkırtmalarıyla İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin oluşturduğu ve CHP İstanbul İl Örgütünün çabalarıyla düzenlenen komünizm karşıtı gösteriyle Tan Gazetesi, Yeni Dünya Gazetesi, La Turquie Gazetesi, Görüşler Dergisi ile ABC Kitabevi yerle bir edilir. Benzer olaylar Bursa, İzmir ve Ankara’da da yaşanır.

   Olaylardan sonra birçok sol yayın kapatılırken, Tan Gazetesi’nin sahibi olan Sabiha ve Zekeriya Sertel çifti “toplumu tahrik ederek olaylara sebebiyet verdikleri” gerekçesiyle tutuklanırlar.

   Bu dergi ve gazetelerde yazı yazan devlet memurları bakanlık emrine alınır, kuşkusuz Sabahattin Ali de içlerindedir.

   12 Aralık 1945’te bakanlık emrine alınan Sabahattin Ali kararın kaldırılması için Şura-i Devlet’e (Danıştay) başvurmaz. Görevinden istifa ederek devletle ilişkini keser.

   Sabahattin Ali, memur muhaliflikten, bağımsız aydınlığa geçer; bundan sonra dergilerde edebiyatçı kişiliğine, kavgacı aydın kişiliğini katan yazıları okunacaktır.

   1946 Seçimlerinde CHP 397, DP 61, bağımsız 7 milletvekili ile meclisi oluşturur.

   General Şükrü Kanadlı, ordu birliklerinin komuta kademelerinde yıllarca görev yaptıktan sonra Nihal Atsız ve yaş haddinden emekli olan Fevzi Çakmak’ın destekleriyle 23 Ekim 1947’de Jandarma Genel Komutanı olur.

   Sabahattin Ali, “Yeni Dünya Gazetesi”ni çıkarmak için Edremit’li öğretmen arkadaşı Mustafa Sütuven’den 25.000 lira almıştır. Aziz Nesin ile birlikte, bu paranın da desteğiyle Marko Paşa’yı çıkarırlar. Sabahattin Ali, Marko Paşa sayfalarındaki muhalefetiyle çok etkili bir hale gelir. Anti-emperyalist siyasetin geniş kitlelerce nasıl karşılık gördüğünü kanıtlamış; egemenlerin gözüne korku salan, yönetenleri uykusuz bırakan köşe yazıları yazmıştır.

   Marko Paşa, 150.000 baskı sayısına ulaşmıştır. 21 Sayı çıktıktan sonra “Merhum Paşa”  olarak 1 sayı, “Malum Paşa” olarak 4 sayı, yine “Marko Paşa” olarak 1 sayı çıkar. 4 Sayı “Merhum Paşa”, 4 sayı da “Ali Paşa” olarak toplam 35 sayı basılır. Çıkan sayıların çoğu polis tarafından toplatılır. Derginin başlığının altında, “Polis tarafından toplatılmadığı zaman çıkar” yazmaktadır.

   Sabahattin Ali yazdıklarıyla düzeni rahatsız ettiği için Mayıs 1947 tarihinde Sultanahmet Tevkifhanesi’ne konulur. Kısa bir süre sonra da nedense Üsküdar Paşakapısı’na aktarılır. 10 Eylül 1947 günü de salınır… Sultanahmet’ten Üsküdar’a Berber Hasan Tural ve Ali Ertekin ile tanıştırılması için mi aktarılmıştır?

   Sabahattin Ali’nin yaşamını inceleyip, yazanların hiç mi akıllarına takılmamıştır?

   Sabahattin Ali, Üsküdar Paşakapısı’na aktarılmadan; Berber Hasan Tural kim tarafından ve ne kadar önce oraya konulmuştur?

   O zamanın sinsiliğiyle birileri, Sabahattin Ali için kurgulanan geleceği yaşama geçirir.

   Zincir halkaları, ayırdına varmadan sarar Sabahattin Ali’yi. Önce sözde dostları Cimcözler girer aklına; Biz ortak oluruz, kamyon al… Edirne’den, Kırklareli’den peynir al, İstanbul’da sat derler. Sonra Berber Hasan Tural ile tanışır. Berber Hasan da, “Tanıdıklarım var, Bulgaristan’a çok insan kaçırdım’ der.

  Kırklareli Sorgu Yargıcı Hüseyin Tarhan’ın iyi tanıdığı, ordudan atıldığı 1945 yılına kadar Kırklareli’de görev yapan, sonra İstanbul’da yaşayan Süvari Astsubay Çavuş Ali Ertekin akıllara gelir.

   Bütün düzenleme hizmetini de Kırklareli’de, Kepirtepe Köy Enstitüsü öğrencisi Nazif Karaçam’a yaptırırlar. İstanbul’a gönderilişinin belgesi Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde kişisel öğrenci dosyasında duruyor…

     Enstitü Müdürü tarafından 11. 8. 1947 gününde kurula havale edilen Nöbetçi Öğretmen Nazmi Aybar’ın raporu ile 4/C sınıfından 617 numaralı Nazif Karaçam’ın bavulunda bulunan ekli tutanakta adları yazılı kitaplar hakkında Eğitimbaşı’na verdiği yazılı ifadesi okundu.

  Bir diyeceği olup olmadığı Nazif Karaçam’dan soruldu.

  1- Nazif Karaçam kitap okumaya çok meraklı olduğunu kitap alacak parası bulunmadığını bu bakımdan kendisine ait olmayan dokuz kitabı habersizce aldığını ve köylüleri ile köyüne gönderdiğini ve bunları sahiplerine geri vermek niyetinde olmadığını açıkça itiraf etmiştir.

  Netice: Nazif Karaçam’ın bu hareketi yönetmeliğin 5. ve 20. fıkralarında yazılı ve doğrudan doğruya suç sayılan işlerden olması dolayısıyle yaşı ve sınıfı da göz önünde tutulmuş ve hareketlerinden hiçbir suretle nedamet hissi göstermediği dikkate alınarak Yönetmeliğin 122. maddesinin (i) fıkrası gereğince 18/8/1947 gününden başlamak üzere 20 gün müddetçe geçici olarak Enstitüden çıkarılmak suretiyle cezalandırılmasına oy birliğiyle karar verildi.”  

 


   Sabahattin Ali 10 Eylül’de salınacağına göre Hasan Tural ve Ali Ertekin’i görevlendirme işi için 20 gün Nazif’e yetecektir.

   Namuslu olmak ne zor şeymiş” derdi Sabahattin Ali... 

   41 Yaşında idi. Yaşamlarını yönlendiremediği sadık bir eşi ve çok sevdiği bir kızı vardı.

   Bir şekilde getirildiği Kırklareli’de öldürüldü.

   Öldürülüş şeklini kamuoyuna istedikleri gibi bildirme sorununu da bir hafta okuldan uzaklaştırarak Nazif’le giderdiler. Nazif’i İstanbul’a, Ali Ertekin’e göndererek cinayeti üstlenmesini istediler. O belge de aynı yerde…

   Kepirtepe Köy Enstitüsü disiplin kurulu 24. 3. 1948 günü toplandı. Enstitü Müdürü tarafından kurula havale edilen nöbetçi ve küme öğretmeni Cavit Tütengil’in raporu okundu.

  Raporda adı geçen 617 numaralı Nazif Karaçam kurula alındı.

  Hayvan ahırlarında nöbetçi bulunduğu sırada hiç kimseden izin almaksızın Lüleburgaz’a kaçtığını itiraf etmesi üzerine netice düşünüldü.

  Nazif Karaçam’ın hareketi yönetmeliğin 119. Maddesinin 26. Fırkasındaki doğrudan doğruya suç sayılan hareketlerden olması nedeniyle 24. 3. 1948 tarihinden başlamak üzere bir hafta müddetle geçici olarak enstitüden uzaklaştırılmak suretiyle cezalandırılmasına sözbirliği ile karar verildi”.

 


   Sabahattin Ali’nin 100. doğum yılı nedeniyle 28 Şubat 2007 Çarşamba günü TBMM Genel Kurulu’nda söz alan Denizli Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı: “Eğer Sabahattin Ali cinayeti bilinmezlerin arasında bırakılmayıp aydınlatılsaydı daha sonra zincirleme yitirdiğimiz onca bilim insanı, yazar, gazeteci salt düşüncelerinden dolayı belki de öldürülmeyecekti.” demişti.

   Kimdi bu insanlar?

   Doğan Öz, Bedreddin Cömert, Abdi İpekçi, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı…

   Bağımsızlığı, laik ve demokratik düzeni savunan Atatürkçülerdi…

   Savundukları düşüncelere karşı çıkan, kendini devlet sanan sonradan araştırılmayan, unutturulmak istenen karanlık kişilerce öldürüldüler.

   Araştırdığınızda göreceksiniz General Şükrü Kanadlı’nın adı da; Sabahattin Ali’nin yaşamını yazanların, onunla ilgili çalışmalar yapanların, yapıtlarında pek karşınıza çıkmaz. Dikkatlerinden mi kaçmıştır, başka bir etken mi vardır bilinmez…

   Sabahattin Ali’nin öldürülmesini üstlenen Ali Ertekin’i Kırklareli Ağır Ceza’da yargılayan Yargıçlar Kurulu Başkanı Salih Zeki Cankır, üyeler Cemil Tolunay ve Muhlis Çöven… Savcı Hayri Ayışık. Sorgu Yargıcı Hüseyin Tarhan bu konuyu bilmezler mi?

   Emniyet Müdürü Behçet Kutertan'mıdır?

   Ülgen Alp Balkan'ın adı bu olaylarda geçmiş midir?

   Sözüne güven yoktur ama Ali Ertekin sorgusunda: “Kırklareli’de Sedat bey vardı, Emniyet Amiri. Galatasaray Kulübünde idarecilik yapmış!” diye adını vermişti. Bu bey bu zamanlarda Galatasaray’in 5 dönem başkanlığını yapan Sedat Ziya Kantoğlu mudur?

   Emniyet Amiri, Milli Emniyet Başmüfettişi Kemal Cantimur ve İstanbul’dan gelenlerle birlikte Sabahattin Ali sorgusuna katılmış mıdır?

   Sabahattin Ali’yi katleden bu kadro dört yıl sonra Kırklareli’de, Köy Enstitüleri’nin kapatılması ile görevlendirildi.

   Emniyet Müdürü değiştirilmiş, yerine Şubat 1952’de Fevzi Çakmak’ın yeğeni Adnan Çakmak getirilmişti. Davayı güçlendirmek için, “Türkçülüğün Zonguldak’tan yükselen sesi” Savcı Yardımcısı İsfendiyar Baruönü Kırklareli’ye atanmıştı.

   Köy Enstitüleri arasından “komünist yaratma” amaçlı Köylerimizi Kalkındırma Derneği Kırklareli Şubesi Davası 1951- 1953 yılları arası Kırklareli’de aynı kadro ile kurgulandı ve yaşama geçirildi

   General Şükrü Kanadlı 1951 yılı sonunda Kara Kuvvetleri Komutanı olmuştu.

 

                                                                                    Hüseyin Kenan GÖREN

Hiç yorum yok: