Sabahattin Ali'nin öldürüldüğü günlerde
Jandarma Genel Komutanı olan General
Şükrü Kanadlı'nın adını duydunuz mu?
Kanadlı’nın tanınmasına neden olan en önemli
görev, 1938 yılı 5 Temmuz günü Hatay’a giren 48. Takviyeli Dağ Alayı’nın
başındaki Albay olmasıydı. Bu ve öbür önemli görevleri sırasındaki emir subayı
da, kırklı yılların sonlarında Kırklareli’ye göndereceği Milli Emniyet Başmüfettişi Binbaşı Kemal Cantimur idi…
Kanadlı, Kastamonu - Araç ilçesinden Gürcü
kökenli bir ailenin, İstanbul’da 1892 yılında doğmuş, yine orada yetişmiş oğlu…
Kuleli Askeri Lisesi’nin ardından Harp Okulu’nu Teğmen rütbesiyle 1912 yılında
bitirmiş.
İlk görev yeri, Arnavutluk isyanını bastırma
amacıyla Edirne’den gönderildiği Batı Rumeli…
Batı Ordusunun 11. Tümen’deki 31. Piyade Alayı ve komutanı olduğu 4.
Bölük...
Adına yazılan tek kaynak, 2010 yılında İskenderun’da
askerlerin çıkardığı, “Hatay’ın Albay
Paşası Ahmet Şükrü Kanadlı” kitabında, “Arnavutluk
isyanının bastırılmasında rol oynamıştır,” dese de, Ana Britannica
Ansiklopedisi 2. cildinde, “Osmanlı
ordusunun kısa sürede yenilmesiyle Arnavutlar 28 Kasım 1912’de Avlonya’da
bağımsızlıklarını ilan ettiler,” yazmaktadır.
Sabahattin Ali’nin babası, Piyade Yüzbaşı Cihangirli Ali Salahattin;
Şükrü Kanadlı’dan on yaş büyük ve Arnavutluk isyanını bastırmak için Trablusgarp
çatışmalarından döner dönmez Üsküp’e, Prizren’e gönderilmiş.
Arnavutluk’ta aynı zamanlarda bulunan Teğmen
Ahmet Şükrü’nün, komutan ağabeyi Yüzbaşı Ali Salahattin’i tanımaması olası mı?
31. Alay ve Teğmen Ahmet Şükrü, Osmanlı Batı
Ordusu’nun Manastır’dan çekilmesi üzerine Yanya’da Yunan Ordusu ile çatışmalara
girmiş. Yaralanıp, esir düşerek 8 ay kalacağı Korfu Adası’na götürülmüş. Esaret
sonrası, içinde Irak - Kutülamare savaşı da olan birkaç görev değişikliğinin
ardından 1923 yılı başında Halife Abdülmecit’in emir subaylığına getirilmiş. Halifelik
kaldırılınca Harp Akademisine girip, 1926 yılında kurmay olmuş.
Kanadlı, Harp Akademisi’nden sonra
Genelkurmay Haber Alma Dairesi 3. Şubesi’de, daha sonra da İstanbul’da bulunan
3. Piyade Alayı 6. Bölük Komutanlığı’nda görevlendirilmiş. 1928’de binbaşı
rütbesiyle Edremit’te 4. Tümen Kurmay Başkanlığı’na atanmış.
Yüzbaşı Salahattin Ali, 1926 güz sonu
Edremit’te yaşamını yitirmiş. Okuma yazma oranı ülke genelindeki gibi çok düşük
olan, on bin kişilik kasaba Edremit’te; öğretmen olan, öyküler - şiirler yazan,
dil öğrenmek için Maarif Vekâleti’nce Almanya’ya gönderilen komutanının oğlunu
aramak ve geride kalan ailesini görmeye gitmek, Binbaşı Kanadlı’nın aklına gelmemiş
midir?
Sabahattin Ali Almanya’dan dil öğrenir,
gelir ama ‘üzerinize afiyet’ bu arada toplumcu düşünceleri de benimsemiştir.
Tek parti döneminin disiplinine uymayan eleştirel öyküleri, şiirleri kendini
devlet sananların dikkatini çekmeye başlamıştır. Aydın’da ve Konya’da
öğretmenlik yaparken katakulli ile hapse düşer.
Özellikle hapis damında yaşadıklarını, ‘görüp tanıdıklarını biriktirir’ ve
öykülerinde, romanlarında kullanır.
Şükrü Kanadlı’dan hiç söz etmez, Sabahattin
Ali.
1937 yılı başında askerliğini yapmak üzere
Harbiye Yedek Subay Okulu’na gelir.
Silahlı Kuvvetlerde başka subay yokmuş gibi Albay
Kanadlı, bu kez de onun Yedek Subay Okulu komutanıdır. Sabahattin Ali okulda
nakliye taburunda iki ay er, altı ay öğrenci olarak eğitim görür.
Bu okul bugün Harbiye Orduevi’nin bulunduğu
binadır.
Sabahattin Ali’nin askerlik arkadaşı,
Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Çoban Yurtçu, Kemal Bayram’ın yazdığı “Sabahattin Ali Olayı” kitabında bu
günlere dair anısını anlatır:
“General
Şükrü Kanadlı gerçekten disiplinli bir albaydı. Kar, kış demez tüm birlikleri,
o yıllarda boş arazi halinde bulunan Zincirlikuyu ve Ayazağa kasrı yönlerine
eğitime çıkarır, gece eğitimlerini ise hiç ihmal etmezdi. Hatta bu disiplini
yüzünden, tüm bölükleri okulun bahçesinde toplayarak okuduğu, bir de mektup
almıştı. Bizlere bizzat okuduğu ve kendisini çok sinirlendirmiş olduğu
anlaşılan mektupta biraz tehdit havası vardı. Eğitimin sıkı oluşundan, karda
kışta araziye çıkmanın anlamsızlığından yakınılıyor ve şöyle deniliyordu:
‘Bizleri böylesine ezmek istiyorsan şunu bilmelisin, sen, Şükrü Kanadlıysan,
bizler de yerde birer aslanlarız.’
Rahmetli komutanımız, bu imzasız mektubu
öfkeyle okuduktan sonra haykırıyordu: - Çıksınlar da görelim bu korkak
kahramanları… Kendilerini yiğit sanan bu korkak fareleri.
Doğal olarak yüzlerce kişilik toplulukta tıs
yok. Ve ondan sonraları da eğitim daha da sıklaştırıldı.”
Sizce de Şükrü Kanadlı’yı çok kızdıran bu
imzasız mektubu Sabahattin Ali’den başkası yazmış olabilir mi?
Harbiye Yedek Subay Okul komutanı, yazdığı
öyküler ve şiirleri ve özellikle -o yazdıysa- bu mektubu nedeniyle Sabahattin
Ali’nin geleceğiyle ilgili kararları verirken iyi düşüncelerle davranmaz.
Kuşkusuz Sabahattin Ali’nin de baskıcı
yöneticiler için iyi düşünceleri yoktur. Asım Bezirci, Evrensel Basım Yayın’dan
1974 yılında çıkardığı Sabahattin Ali kitabında, “Sabahattin Ali en çok Osmanlı, biraz da tek parti döneminin kimi
jandarmaları için olduğu gibi kimi yöneticileri için de pek iyi düşünmez,” der.
Harbiye Yedek Subay Okul Komutanı Albay
Şükrü Kanadlı, Sabahattin Ali’nin okuldan yedek subay olarak değil çavuş olarak
çıkarılarak cezalandırılmasını ister.
Hıfzı Topuz, Remzi Kitabevi’nden çıkan “Başın Öne Eğilmesin” kitabının 99 ve
100. sayfalarında Şükrü Kanadlı’dan; Sabahattin Ali’nin ‘okuldan çavuş
çıkarılması’ olayından söz eder:
“O
yıllarda siyasal nedenlerle fişlenmiş olanlar yedek subay olamıyorlar ve çavuş
olarak kıtaya gönderiliyorlardı. Bütün solcular okulda bunun kâbusunu
yaşıyorlardı. Sicili bozuk olan Sabahattin Ali de bunun telaşı içindeydi. Bir
hafta sonra Ankara’ya giderek Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan ile görüştü ve
başına bir bela gelmemesi için yardımını istedi.
Bakan o akşam hemen Afet Hanım’la (Prof.
Afet İnan) görüştü. O da o günlerde İstanbul’a gidiyordu.
“Lütfen Okul Komutanı’nı görüp kendisine
selam ve sevgilerimi iletin,” dedi. “General Şükrü Kanatlı bir zamanlar benim
yanımda görev almıştı. Çok değerli bir askerdir. Kendisine benim Sabahattin
Ali’ye kefil olduğumu söyleyin. Çocuğun başına bir iş gelirse çok üzülürüm.”
Afet Hanım Atatürk’ün yakınıydı ve büyük
saygınlığı vardı. Sabahattin Ali’yi bakanlıkta tanımış ve çok beğenmişti.
İstanbul’a gider gitmez Okul Komutanı’ndan bir randevu alarak kendisine Saffet
Arıkan’ın mesajını iletti.
General Şükrü Kanatlı, “Hay hay Hanımefendi,”
dedi. “Sayın Saffet Beyefendi’ye benim büyük saygım vardır. Mesajını emir
sayarım. Yalnız şunu bilmenizi isterim, bu dönem İstihbarat Örgütü’nden bize
verilen listede adı geçen 10 – 15 yedek subay öğrencinin, sicilleri dolayısıyla
kıtaya gönderilmeleri öneriliyordu. Ama Sabahattin Bey’in yedek subay olmasında
bir sakınca görülmemişse öteki öğrencilerin de hiçbiri çavuş
çıkartılmayacaktır. İlginize çok teşekkür ederim. Beni aydınlattınız.”
Gerçekten de o dönemde, Sabahattin Ali
gibi sicili bozuk olanların hiçbiri çavuş çıkartılmaz.
Sabahattin Ali, 1938 Nisan’ında Teğmen
olarak Eskişehir’e gönderilir.
10 Kasım 1938 günü Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ün cansız bedeni trenle İstanbul’dan Ankara’ya götürülürken, Teğmen
Sabahattin Ali Eskişehir Garı’nda emniyet önlemlerini almakla görevlendirilmiştir.
Sabahattin Ali ve sicili bozuk
arkadaşlarının okuldan çavuş değil teğmen çıkarılmasının ardından üç ay sonra
-yazımızın başında belirttiğimiz gibi- Albay Şükrü Kanadlı, 48. Takviyeli Dağ
Alayı’nın komutanı olarak Hatay’a
girer.
O günlerde Hitler, Mussolini, Franko faşizminin
dünyayı, sadece SSCB’de 22 milyon
insanın öldürüldüğü savaşa sürüklemesinin ardından, ülkemizde de Uğur
Mumcu’nun deyimiyle, “Kırkların Cadı
Kazanı” yaşanmaya başlamıştır.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in
esirgemesiyle Devlet Konservatuarı’ndaki görevinde çok etkin ve üretken bir
dönem yaşayan Sabahattin Ali, “Kuyucaklı
Yusuf”un ardından “İçimizdeki
Şeytan”ı ve “Kürk Mantolu Madonna”yı;
onlarca öykünün, çevirinin yanı sıra yazıp yayınlar.
Özellikle “İçimizdeki Şeytan”, Türkçülerin tepkisini çeker. Nihal Atsız’ın, Orhun
Dergisi’nde Ali’yi komünistlikle suçlayarak hakaret ettiği gerekçesiyle mahkemelik
olması, peşinden Atsız’ın 4 ay hapis alıp öğretmenlikten atılmasıyla Sabahattin
Ali, sol’un sembolü haline gelir. “Sol’a
vurmak demek Sabahattin Ali’ye vurmak demektir”. Irkçıların boy hedefi olur.
Nihal Atsız, Orhun Dergisi’nde Başbakan Saraçoğlu Şükrü’ye açık mektup
yazısında, komünistlerin devlet dairelerine kadar sızdığını söyler.
Ortalık gittikçe karışır. Çiftçiyi
Topraklandırma Kanunu’na karşı çıkan “Dörtlü Tahrir” imzacılarından Adnan
Menderes, Fuat Köprülü, peşlerinden Refik Koraltan CHP’den ihraç edilirler;
Demokrat Parti’yi kurarlar ve Celal Bayar’ı partinin başına getirirler.
2. Dünya Savaşı’nın faşizmin yenilmesiyle
bitmesini coşkuyla karşılayan “sosyalist
aydınlar” toplumun gidişi konusunda yönlendirici olmak isteyerek 1945 yılı
sonbaharında 3 önemli girişimde bulunurlar:
1- Haftalık kültür ve güncellik dergisi Gün’ü çıkarmaya başlarlar.
2- Sabahattin Ali, Esat Adil Müstecaplıoğlu
ve sonra Vedat Baykurt’un ortağı olduğu 25 Kasım 1945 günü çıkarılacağı
belirtilen ama bir hafta gecikerek 1 Aralık’ta yayınlanan -dört sayılık yaşamı
olan- Yeni Dünya Gazetesi çıkarılır.
3- Sabiha Sertel’in Görüşler Dergisi, 1 Aralık 1945 günü yayınlanır.
4 Aralık 1945 sabahı Tan olayı patlak verir.
İktidar yanlısı yayın organlarının
kışkırtmalarıyla İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin oluşturduğu ve CHP
İstanbul İl Örgütünün çabalarıyla düzenlenen komünizm karşıtı gösteriyle Tan
Gazetesi, Yeni Dünya Gazetesi, La Turquie Gazetesi, Görüşler Dergisi ile ABC
Kitabevi yerle bir edilir. Benzer olaylar Bursa, İzmir ve Ankara’da da yaşanır.
Olaylardan sonra birçok sol yayın
kapatılırken, Tan Gazetesi’nin sahibi olan Sabiha ve Zekeriya Sertel çifti “toplumu tahrik ederek olaylara sebebiyet
verdikleri” gerekçesiyle tutuklanırlar.
Bu dergi ve gazetelerde yazı yazan devlet
memurları bakanlık emrine alınır, kuşkusuz Sabahattin Ali de içlerindedir.
12 Aralık 1945’te bakanlık emrine alınan
Sabahattin Ali kararın kaldırılması için Şura-i Devlet’e (Danıştay) başvurmaz.
Görevinden istifa ederek devletle ilişkini keser.
Sabahattin Ali, memur muhaliflikten, bağımsız aydınlığa geçer; bundan sonra dergilerde
edebiyatçı kişiliğine, kavgacı aydın kişiliğini katan yazıları okunacaktır.
1946 Seçimlerinde CHP 397, DP 61, bağımsız 7
milletvekili ile meclisi oluşturur.
General
Şükrü Kanadlı, ordu birliklerinin komuta kademelerinde yıllarca görev
yaptıktan sonra Nihal Atsız ve yaş
haddinden emekli olan Fevzi Çakmak’ın
destekleriyle 23 Ekim 1947’de Jandarma
Genel Komutanı olur.
Sabahattin Ali, “Yeni Dünya Gazetesi”ni çıkarmak için Edremit’li öğretmen arkadaşı
Mustafa Sütuven’den 25.000 lira almıştır. Aziz Nesin ile birlikte, bu paranın
da desteğiyle Marko Paşa’yı
çıkarırlar. Sabahattin Ali, Marko Paşa
sayfalarındaki muhalefetiyle çok etkili bir hale gelir. Anti-emperyalist
siyasetin geniş kitlelerce nasıl karşılık gördüğünü kanıtlamış; egemenlerin
gözüne korku salan, yönetenleri uykusuz bırakan köşe yazıları yazmıştır.
Marko
Paşa, 150.000 baskı sayısına ulaşmıştır. 21 Sayı çıktıktan sonra “Merhum Paşa” olarak 1 sayı, “Malum Paşa” olarak 4 sayı, yine “Marko Paşa” olarak 1 sayı çıkar. 4 Sayı “Merhum Paşa”, 4 sayı da “Ali
Paşa” olarak toplam 35 sayı basılır. Çıkan sayıların çoğu polis tarafından
toplatılır. Derginin başlığının altında, “Polis
tarafından toplatılmadığı zaman çıkar” yazmaktadır.
Sabahattin Ali yazdıklarıyla düzeni rahatsız
ettiği için Mayıs 1947 tarihinde Sultanahmet
Tevkifhanesi’ne konulur. Kısa bir süre sonra da nedense Üsküdar Paşakapısı’na aktarılır. 10
Eylül 1947 günü de salınır… Sultanahmet’ten Üsküdar’a Berber Hasan Tural ve Ali
Ertekin ile tanıştırılması için mi aktarılmıştır?
Sabahattin Ali’nin yaşamını inceleyip,
yazanların hiç mi akıllarına takılmamıştır?
Sabahattin Ali, Üsküdar Paşakapısı’na
aktarılmadan; Berber Hasan Tural kim tarafından ve ne kadar önce oraya
konulmuştur?
O zamanın sinsiliğiyle birileri, Sabahattin
Ali için kurgulanan geleceği yaşama geçirir.
Zincir halkaları, ayırdına varmadan sarar
Sabahattin Ali’yi. Önce sözde dostları Cimcözler girer aklına; ‘Biz
ortak oluruz, kamyon al… Edirne’den, Kırklareli’den peynir al, İstanbul’da sat”
derler. Sonra Berber Hasan Tural ile tanışır. Berber Hasan da, “Tanıdıklarım var, Bulgaristan’a çok insan
kaçırdım’ der.
Kırklareli Sorgu Yargıcı Hüseyin Tarhan’ın
iyi tanıdığı, ordudan atıldığı 1945 yılına kadar Kırklareli’de görev yapan,
sonra İstanbul’da yaşayan Süvari Astsubay Çavuş Ali Ertekin akıllara gelir.
Bütün düzenleme hizmetini de Kırklareli’de,
Kepirtepe Köy Enstitüsü öğrencisi Nazif Karaçam’a yaptırırlar. İstanbul’a gönderilişinin
belgesi Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde kişisel öğrenci dosyasında duruyor…
“Enstitü Müdürü tarafından 11. 8. 1947
gününde kurula havale edilen Nöbetçi Öğretmen Nazmi Aybar’ın raporu ile 4/C
sınıfından 617 numaralı Nazif Karaçam’ın bavulunda bulunan ekli tutanakta
adları yazılı kitaplar hakkında Eğitimbaşı’na verdiği yazılı ifadesi okundu.
Bir diyeceği
olup olmadığı Nazif Karaçam’dan soruldu.
1- Nazif
Karaçam kitap okumaya çok meraklı olduğunu kitap alacak parası bulunmadığını bu
bakımdan kendisine ait olmayan dokuz kitabı habersizce aldığını ve köylüleri
ile köyüne gönderdiğini ve bunları sahiplerine geri vermek niyetinde olmadığını
açıkça itiraf etmiştir.
Netice: Nazif
Karaçam’ın bu hareketi yönetmeliğin 5. ve 20. fıkralarında yazılı ve doğrudan
doğruya suç sayılan işlerden olması dolayısıyle yaşı ve sınıfı da göz önünde
tutulmuş ve hareketlerinden hiçbir suretle nedamet hissi göstermediği dikkate
alınarak Yönetmeliğin 122. maddesinin (i) fıkrası gereğince 18/8/1947 gününden
başlamak üzere 20 gün müddetçe geçici olarak Enstitüden çıkarılmak suretiyle
cezalandırılmasına oy birliğiyle karar verildi.”
Sabahattin Ali 10 Eylül’de salınacağına göre
Hasan Tural ve Ali Ertekin’i görevlendirme işi için 20 gün Nazif’e yetecektir.
“Namuslu
olmak ne zor şeymiş” derdi Sabahattin Ali...
41 Yaşında idi. Yaşamlarını yönlendiremediği
sadık bir eşi ve çok sevdiği bir kızı vardı.
Bir şekilde getirildiği Kırklareli’de
öldürüldü.
Öldürülüş şeklini kamuoyuna istedikleri gibi
bildirme sorununu da bir hafta okuldan uzaklaştırarak Nazif’le giderdiler.
Nazif’i İstanbul’a, Ali Ertekin’e göndererek cinayeti üstlenmesini istediler. O
belge de aynı yerde…
“Kepirtepe Köy Enstitüsü disiplin kurulu 24.
3. 1948 günü toplandı. Enstitü Müdürü tarafından kurula havale edilen nöbetçi
ve küme öğretmeni Cavit Tütengil’in raporu okundu.
Raporda adı
geçen 617 numaralı Nazif Karaçam kurula alındı.
Hayvan
ahırlarında nöbetçi bulunduğu sırada hiç kimseden izin almaksızın Lüleburgaz’a
kaçtığını itiraf etmesi üzerine netice düşünüldü.
Nazif
Karaçam’ın hareketi yönetmeliğin 119. Maddesinin 26. Fırkasındaki doğrudan
doğruya suç sayılan hareketlerden olması nedeniyle 24. 3. 1948 tarihinden
başlamak üzere bir hafta müddetle geçici olarak enstitüden uzaklaştırılmak
suretiyle cezalandırılmasına sözbirliği ile karar verildi”.
Sabahattin Ali’nin 100. doğum yılı
nedeniyle 28 Şubat 2007 Çarşamba günü TBMM Genel Kurulu’nda söz alan Denizli
Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı: “Eğer
Sabahattin Ali cinayeti bilinmezlerin arasında bırakılmayıp aydınlatılsaydı
daha sonra zincirleme yitirdiğimiz onca bilim insanı, yazar, gazeteci salt
düşüncelerinden dolayı belki de öldürülmeyecekti.” demişti.
Kimdi bu insanlar?
Doğan
Öz, Bedreddin Cömert, Abdi İpekçi, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu,
Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner
Kışlalı…
Bağımsızlığı, laik ve demokratik düzeni savunan
Atatürkçülerdi…
Savundukları düşüncelere karşı çıkan,
kendini devlet sanan sonradan araştırılmayan, unutturulmak istenen karanlık
kişilerce öldürüldüler.
Araştırdığınızda göreceksiniz General Şükrü
Kanadlı’nın adı da; Sabahattin Ali’nin yaşamını yazanların, onunla ilgili
çalışmalar yapanların, yapıtlarında pek karşınıza çıkmaz. Dikkatlerinden mi
kaçmıştır, başka bir etken mi vardır bilinmez…
Sabahattin Ali’nin öldürülmesini üstlenen
Ali Ertekin’i Kırklareli Ağır Ceza’da yargılayan Yargıçlar Kurulu Başkanı Salih
Zeki Cankır, üyeler Cemil Tolunay ve Muhlis Çöven… Savcı Hayri Ayışık. Sorgu
Yargıcı Hüseyin Tarhan bu konuyu bilmezler mi?
Emniyet Müdürü Behçet Kutertan'mıdır?
Ülgen Alp Balkan'ın adı bu olaylarda geçmiş
midir?
Sözüne güven yoktur ama Ali Ertekin
sorgusunda: “Kırklareli’de Sedat bey
vardı, Emniyet Amiri. Galatasaray Kulübünde idarecilik yapmış!” diye adını
vermişti. Bu bey bu zamanlarda Galatasaray’in 5 dönem başkanlığını yapan Sedat Ziya Kantoğlu mudur?
Emniyet Amiri, Milli Emniyet Başmüfettişi Kemal Cantimur ve İstanbul’dan gelenlerle
birlikte Sabahattin Ali sorgusuna katılmış mıdır?
Sabahattin Ali’yi katleden bu kadro dört yıl
sonra Kırklareli’de, Köy Enstitüleri’nin kapatılması ile görevlendirildi.
Emniyet Müdürü değiştirilmiş, yerine Şubat
1952’de Fevzi Çakmak’ın yeğeni Adnan
Çakmak getirilmişti. Davayı güçlendirmek için, “Türkçülüğün Zonguldak’tan
yükselen sesi” Savcı Yardımcısı İsfendiyar
Baruönü Kırklareli’ye atanmıştı.
Köy Enstitüleri arasından “komünist yaratma”
amaçlı Köylerimizi Kalkındırma Derneği Kırklareli Şubesi Davası 1951- 1953
yılları arası Kırklareli’de aynı kadro ile kurgulandı ve yaşama geçirildi
General
Şükrü Kanadlı 1951 yılı sonunda Kara
Kuvvetleri Komutanı olmuştu.
Hüseyin
Kenan GÖREN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder