21 Mart 2020 Cumartesi
Bir Garip Sorgulama (Sabahattin Ali Karanlığına)
Sabahattin Ali
cinayeti 72 yıl önce Kırklareli’de gerçekleşti.
Köy
Enstitüleri’nin kapatılmasına dayanak olan, ‘Köy Enstitülüler arasında komünist
yaratma amaçlı’ dava da, 68 yıl önce Kırklareli’de kurgulandı.
Uğur Mumcu’nun
1940’ları düşünerek adlandırdığı ‘Kırkların Cadı Kazanı’, Kırklar’da
konuşlanmış bir kadronun yaşattıklarıyla mekana dönüştü.
Şimdiye dek
Kırklareli geçmişinde anımsanmak istenmeyen, yazılıp çizilmesinden çekinilen,
bastırılan olayları bizlere yaşatan kadrodan ömürlerini Kırklareli’de
geçirenler de vardı.
Örnek mi?
Milli Emniyet
Ajanı Nazif Karaçam…
Geçtiğimiz yıl
ölene kadar içimizde ‘Atatürkçü aydın’ kimliğiyle dolaşıp durdu. Cumhuriyet
gibi bir gazetede bile itibar gördü. Yaptıklarını Mehmet Kemal görmemezlikten
geldi, yardımcı oldu. İlhan Selçuk, ‘Bilmiyorduk; bilsek aramızda
barındırmazdık’ demişti.
Elimize geçen
belgeleri geç de olsa değerlendirdik. Sanal da olsa, yanıtlanmayacağını bile
bile Karaçam’ı sorguladık.
…
“İnkar etme, sen
Sabahattin Ali’yi son günlerinde sarmalayan zincirin son halkalarından birisin.
Biliyorum…
Şu an seninle,
içinde bir masa ve bir tahta sandalye olan loş bir odada olmalıydık. Elimden
gelse sizinkilerin yaptığı gibi kuvvetli bir ışıldağı yüzüne tutup seni
sorgulamak isterdim.
Köy
Enstitülerinin kapatılmasına dayanak olan düzmece ‘Köyleri Kalkındırma Derneği Kırklareli Şubesi Davası’nın 1000
numaralı Milli Emniyet ajanısın. Kanıtlarım çok sağlam. Boşuna inkar etme,
artık sana kimse inanmaz!..
Kırklareli
Savcılığı’nın 953/417 Esas No’lu Cumhuriyet Savcılığı İddianamesi, 953/27 Esas
No’lu Sorgu Yargıçlığı Kararı ve 954/130 Karar No’lu Ağırceza Mahkemesi Kararı
içinde onlarca kez Emniyet Ajanı olduğun yinelenmiş.
Senin yalanların
yüzünden 12 kişi suçsuz yere üç yıla yakın hapis yatmış, çok sevdikleri
meslekleri ellerinden alınmış, eğitim devriminin önemli öğesi Köy Enstitüleri
kapatılmış.
Seni zevkle
sorgularken, Kepirtepe’deki öğrenci arşivinden edindiğim belgelerin, o
bulmacalarla dolu gizli belgelerin ne anlama geldiğini sorup; doğruyu
gizleyeceğini bile bile açıklamanı beklerdim.
İlk belge iki
sayfalık; kime yazdığın ilk bakışta anlaşılmayan bir mektup…
Birileri mektubun
tarihiyle oynamış ama Eğitimbaşı mektubu okuyunca, mektubun altına: ‘Bu öğrenci ile gerekli konuşmayı yaptım. İyi
tavsiye ve telkinlerde bulundum. 6. 1. 1947’ yazmış.
Mektubu anımsıyor
musun?
‘Bu akşam size üzüntülü bir mektup gönderdim
fakat kusura bakmayın o mektubu sinirli bir anımda yazdım onun için af etmenizi
siz sevgilimden rica ediyorum” diye başlamıştın. “Sizin bu bakımdan da tabiatınızı öğrenmiş bir vaziyetteyim. Ben hep
sizden mektup istemem yalnız sizin bir tane olmak üzere sevgili bir mektubunuzu
istiyorum ki sizin sevginize inanayım’ demiş olmanın nedenini uzun zaman
merak etmiştim. Kafamda çözdüm bilmeceni, biliyor musun?
Sen bu mektubu ‘okuyanın eşcinsellik suçlamalarını
önemsemeyerek’ bir sınavı geçmek için yazdın ve Milli Emniyet Teşkilatı’na
gönderdin. Şifreli rapor yazabileceğini bu mektupla kanıtladığını sanıyordun.
Ülkede sömürgenin
istediği siyasi değişim başlamış; Tevfik İleri Maarif Vekili olmuştu.
Köy
Enstitüleri’ne açılan savaş ile birçok devrimci öğretmen hedef oldu.
Kepirtepe Köy
Enstitüsü son sınıf öğrencisiydin ve kafandan geçenleri rahatlıkla kağıda
geçirebiliyordun. Okuldaki hangi ajan öğretmenlerin seni Kırklareli Milli
Emniyet’e önerdi, Sabahattin Ali’yi sevmediği bilinen Tahir Alangu da ajan
öğretmenlerinin arasında mıydı?
Ne kadar
unutturmaya uğraşsan da birçok öğretmeninle ilgili Milli Emniyet’e rapor
verdiğin çok iyi biliniyor.
Sanırım
Kırklareli Sorgu Savcısı Hüseyin Tarhan amcan da mektubundaki şu satırları
okuyunca kabul etti: ‘Artık işimiz yoluna
girmiş bir durumdadır. Benim için ne söylemek istersen Ahmet ağbeyime söyle’…
Ahmet Ağabeyin, o
günlerin İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir mi?
6 Ocak 1947 günü
yani senin bu mektubu yazdığın gün Sabahattin Ali’nin Marko Paşa Dergisi altmış
bin adet satmıştı. Sabahattin Ali’nin sorumlusu olduğu dergide 10 Aralık 1946
günü yayınlanan, Aziz Nesin’in yazdığı ‘Topunuzun
Köküne Kibrit Suyu’ başlıklı yazı ortalığı karıştırmıştı da, Cemil Sait
Barlas hakaret davası açıp sorumluya dört ay hapis cezası verilmesini
sağlamıştı. Evet, Cemil Sait Barlas şimdiki Mehmet Barlas’ın babası…
Sabahattin Ali,
Mayıs 1947 tarihinde içeri düştü. Önce İstanbul Cezaevi’nde sonra da Üsküdar
Paşakapısı Cezaevi’nde 10 Eylül 1947’ye dek yattı.
Zincir halkaları
ayırdına varmadan sarmaya başlıyor Sabahattin Ali’yi. Önce sözde dostları
Cimcözler giriyor aklına; ‘Biz ortak
oluruz, kamyon al… Edirne’den, Kırklareli’den peynir al, İstanbul’da sat”
diyorlar. Sonra Berber Hasan Tural ile tanışıyor. Berber Hasan da, “Tanıdıklarım var, Bulgaristan’a çok insan
kaçırdım’ diyor.
Kırklareli Sorgu
Yargıcı Hüseyin Tarhan’ın iyi tanıdığı, ordudan atıldığı 1945 yılına kadar
Kırklareli’de görev yapan, sonra İstanbul’da yaşayan Süvari Astsubay Çavuş Ali
Ertekin akıllara geliyor.
Ve sen akıllara
geliyorsun…
Seni, Ali
Ertekin’i zincir halkalarına eklemek için İstanbul’a gönderiyorlar.
Bak, 12 Temmuz
1947 tarihli bu belge Kepirtepe Köy Enstitüsü Disiplin Kurulu Başkanı Eğitimbaşı
Mehmet Çukurova imzalı. Sana 20 gün okuldan uzaklaştırma cezası vermişler…
Ne yapıp böyle
bir ceza aldığını anımsıyor musun?
‘Enstitü Müdürü tarafından 11. 8. 1947
gününde kurula havale edilen Nöbetçi Öğretmen Nazmi Aybar’ın raporu ile 4/C
sınıfından 617 numaralı Nazif Karaçam’ın bavulunda bulunan ekli tutanakta
adları yazılı kitaplar hakkında Eğitimbaşına verdiği yazılı ifadesi okundu.
Bir diyeceği olup olmadığı Nazif Karaçam’dan
soruldu.
1- Nazif Karaçam kitap okumaya çok meraklı
olduğunu kitap alacak parası bulunmadığını bu bakımdan kendisine ait olmayan
dokuz kitabı habersizce aldığını ve köylüleri ile köyüne gönderdiğini ve
bunları sahiplerine geri vermek niyetinde olmadığını açıkça itiraf etmiştir.
Netice: Nazif Karaçam’ın bu hareketi yönetmeliğin
5. ve 20. fıkralarında yazılı ve doğrudan doğruya suç sayılan işlerden olması
dolayısıyle yaşı ve sınıfı da göz önünde tutulmuş ve hareketlerinden hiçbir
suretle nedamet hissi göstermediği dikkate alınarak Yönetmeliğin 122.
maddesinin (i) fıkrası gereğince 18/8/1947 gününden başlamak üzere 20 gün
müddetçe geçici olarak Enstitüden çıkarılmak suretiyle cezalandırılmasına oy
birliğiyle karar verildi.’
Dikkatini çekti
mi, ‘hareketlerinde hiçbir suretle
nedamet hissi göstermediği’ diyor?
Hangi
duygulardaydın? Kafandan neler geçiyordu; insan ceza aldığında üzülmez mi?
Yanıtını bildiğin
soruları sormak ayıp derler ya, senin yaptıklarının yanında bu ayıbın lafı
olmaz…
İstanbul’dan
babana, 21.8.1947 Çarşamba günü mektup yazıyor, iki gün sonra postalıyorsun.
Aslında bu mektup
senin Milli Emniyet’e gönderdiğin ilk rapor…
Kırklareli
Postanesi, Vali Salih Kılıç’ın buyruğuyla baban Hamit Karaçam adına gelen her
mektubu Milli Emniyet’e ulaştırıyor.
Sevgili Babacığım
diye başladığın mektup şöyle sürüyor: ‘Baba,
ben sağ sağlim İstanbul’a geldim ve doğru marangoz Alilere gittim ondan sonra
Hüseyin amcamın evine geldim ve biraz konuştuktan sonra anamın yanına geldik.
Zaten amcam ve marangoz Alinin anası Pazar günü gelmişler…’
Bu marangoz Ali,
katil diye ortaya atılan Ali Ertekin mi?
İstanbul’daki
evine gittiğin amcan Sorgu Savcısı Hüseyin Tarhan mı?
Mektubunun
sonunda Hüseyin Amcana: ‘20 güne kadar
İstanbul’a nakledilecektir’ yazmışın. Savcıya, Sabahattin Ali’nin hapisten
çıkacağının haberini mi veriyorsun?
Hemen bir mektup
daha yazmışsın. 24 Ağustos 1947 Pazar günü…
‘Harmanları bitirdik şimdi gündöndü ve pancar
çekimine başlayacağız. Yeni yaptırdığımız arabayı pazartesi günü alacağız. Sana
bu mektubu Burgaz’da yazdım. Araba ile marangoz Ali’nin takımlarını getirdik ve
teslim ettim. Marangoz Aliye bir telgraf çektim ve dedim ki; Babam biraz
rahatsızdır dedim. Merak edilecek hiçbir yaramazlık yoktur. Hepimiz iyiyiz.
Yalnız içimizden Bekir mahpusa gitti. Salı günü Kırklareli’ye gideceğim ve
Bekirle görüştükten sonra sana tekrar bir mektup yazacağım. İşte bu namussuz
erifler bu işi de yapmaktan geri kalmadılar.’
Yazdığın mektup
böyle…
Lüleburgaz’da,
Pınarhisar’da marangoz kalmadı da, İstanbul’daki marangoz Ali’ye mi talika yaptırıyorsun?
Yine soruyorum,
bu marangoz Ali, Sabahattin Ali’nin ölümünü üstlenen Ali Ertekin mi?
Yazdığın bir
cümle dikkatimi çekti: ‘İçimizden Bekir
mahpusa gitti’ diyorsun ya… Aklıma Sabahattin Ali’nin ‘Candarma Bekir’ öyküsü geldi.
İyi bir kitap
okuru olduğunu biliyorum; bu ‘Bekir’
adını dalga geçmek için mi yazdın?
Öyküde,
Denizli’den Çal’a giderken Halil Efe Candarma Bekir’i kendi tüfeğiyle vurarak
öldürür. Öykü sonu Halil Efe: ‘Allah
bilir ya, garip oğlan kurşundan değil, korkudan öldü. Benim kurşun ona diriyken
değil, ölüp yere yıkılırken değdi’ demişti ya!..
Bir de bu mektup
ekinde marangoz Ali’ye çektiğin telgraf var.
Marangozla ne
anlaşma yaptıysan; sahiplerine onaylatmış, hizmeti karşılığında
göndereceklerini şifreli yazmışsın.
Düzenindeki
marangozun soyadını da Ali Ertekin’e iyi uydurmuşsun.
‘Ali Ay Çiçek’…
Sen okuluna dönüp
‘solcu öğretmenler’ hakkında
raporlar düzenlemeyi sürdürdün.
Zincirin
halkaları Sabahattin Ali’yi sıktıkça, o daha çok özgürlük için savaştı.
‘Adalet Koridorlarında’ yazısı nedeniyle
‘adaleti tahkir’ davası açıldı. 14
Kasım 1947’de tutuklama kararı verildi. 19 Aralık günü tutuklandı ve
Sultanahmet Cezaevinde on iki gün yattı. Duruşmadan sonra serbest bırakıldı.
‘Ankara’yı yazacağım. Ankara’yı öyle bir
yazacağım ki, yönetimde bulunanlar bu kitapta kendilerini bulacaklar ve çılgına
dönecekler. Okudukları zaman, saçlarını başlarını yolacaklar’ demişti.
Söylediğini yaptı ve daha sonra Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılan Sırça Köşk
adlı öykü kitabını yayımladı.
Yakışmaz ama
senin de katılacağını sandığım: ‘Namuslu
olmak ne zor şeymiş’ derdi Sabahattin Ali.
41 Yaşında idi.
Yaşamlarını yönlendiremediği sadık bir eşi ve çok sevdiği bir kızı vardı.
Bir şekilde
getirildiği Kırklareli’de öldürüldü.
Her şeyi inkar
edeceğini biliyorum ama bu kez iyi düşün.
Sabahattin Ali
karanlığının aydınlatılması bir demokrasi mücadelesidir. Bir insan hakları mücadelesidir. Sabahattin
Ali’yi öldürmek olası değildir.
Kemal Bayram,
Sabahattin Ali Olayı adlı kitabında, ‘Sabahattin
Ali’ye Kırklareli’de bir hafta aralıksız işkence yapılmış’ diye yazmıştı.
Aynı kitapta, ‘Kaçma işi cinayet olayına
uydurulmuş bir kılıf’ diyordu Rıfat Ilgaz.
Sabahattin Ali’yi
öldürenler cinayetlerini üstlenmesi için yine Ali Ertekin’i düşündüler.
Ve bu olayı
gerçekleştirmek için kuşkusuz yine sen akıllarına geldin.
Şimdi sana
göstereceğim belge bu olayın kanıtı. Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde sana verilen bir
uzaklaştırma cezasının belgesi.
Belge tarihi 25
Mart 1948…
Yani Sabahattin
Ali’nin ölümü veya ölüm kararı sonrası…”
“Kepirtepe Köy Enstitüsü disiplin kurulu 24.
3. 1948 günü toplandı. Enstitü Müdürü tarafından kurula havale edilen nöbetçi
ve küme öğretmeni Cavit Tütengil’in raporu okundu.
Raporda
adı geçen 617 numaralı Nazif Karaçam kurula alındı.
Hayvan ahırlarında nöbetçi bulunduğu sırada
hiç kimseden izin almaksızın Lüleburgaz’a kaçtığını itiraf etmesi üzerine
netice düşünüldü.
Nazif Karaçam’ın hareketi yönetmeliğin 119.
Maddesinin 26. Fırkasındaki doğrudan doğruya suç sayılan hareketlerden olması
nedeniyle 24. 3. 1948 tarihinden başlamak üzere bir hafta müddetle geçici
olarak enstitüden uzaklaştırılmak suretiyle cezalandırılmasına sözbirliği ile
karar verildi”.
Bu olayı evirip
çevirip kendine pay çıkartacak biçime sokmuş, 17 Eylül 2014 Çarşamba günkü
Gazete Trakya’daki köşende yazmışsın. (http://www.gazetetrakya.com/Haber/GAZETECiYAZARLAR_ARASiNDA_67_YiL/419380.html )
Okuldan kaçtığın
için, o zamanlar Kepirde öğretmen olan, Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil seni
hararetle tebrik etmiş öyle mi?
67 yıl sonra
köşeyazında andığına göre unutamadığın bir olay bu, ama keşke ceza alma
nedenini tüm açıklığıyla yazsaydın.
Bir hafta okuldan
uzaklaştırılınca yine İstanbul’un yolunu tuttun.
Görevlendirildiğin gibi, Sabahattin Ali cinayetini üstlenmesi için Ali
Ertekin’i bulup, kolundan tutarak Kırklareli’ye getirdin mi?
Hüseyin
Kenan GÖREN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)