Şiir, tanımlanması en zor edebiyat
türlerinden biridir.
Kimi, "bir düşünceyle kaynaşmış
müziktir" der, kimi "insanı insana yaklaştıran, sevdirendir"
der.
Bence en doğru tanım, dil ve sözcüklerle
yaşamı anlatmaktır.
Yanındaki kadına, "suratın ne
güzel" diyen ile "yüzün ne güzel" diyen arasında sizce şair
ruhlu olan hangisidir?
Başlangıçta dans, müzik ve şiir tek bir
sanat iken dans bir yana bırakılınca türkü ortaya çıkmış. Türküde şiir, müziğin
özü, müzik de şiirin biçimiydi. Sonra şiir ve müzik de birbirinden ayrılmış.
Halk ozanları bazı güncel, tarihsel
olayları, ya da bireysel duygularını şiire dökmüşler. Destanlar ilk şiir
örnekleri olmuş.
Cemal Süreya'nın dediği gibi, "Her şey
şiir olabilir mi? Hayır, ama şiir her şey olabilir."
Burada önemli bir nokta var. Sanatçının
sanatıyla iletmek istediği, anlatıp göstermek, dinletmek istediği fikirleri,
duygusu, düşüncesi var.
Sanatçının yapıtında toplumu etkilemek,
değiştirmek amacıyla bir iletisi vardır. Şiiri etkili yapan da bu değil mi?
Destanlar Anadolu'da halk kültürünün ilk
şiir örnekleri olmuştur dedik. Saraydan dışarı çıkamayan Divan Edebiyatı'nın
zamansız ve mekansız şiir örnekleri okullarımızda ders olarak okutuldu.
Anlaşılmayan ve ezberlenmezse not alınamayan
"failatun failatun failun" dizeleri sanki öğrencileri şiirden
uzaklaştırma amaçlıydı.
Cumhuriyet döneminde her alanda olduğu gibi
edebiyat, şiir alanında da atılımlar yapıldı.
İstiklal Marşı yazarı Mehmet Akif ortama
ayak uyduramadığı için kendini Mısır'a sürgün etti.
"Kızıl havaları seyret ki akşam
olmakta" diyen karamsar Ahmet Haşim, Hececi Yahya Kemal, mistik Necip
Fazıl 1940'ların etkin şairleriydi.
Modernleşme yolunda Hececileri karşılarına
alan Orhan Veli ve arkadaşlarının Garip şiirlerini, Cemal Süreya, Ülkü Tamer,
Ece Ayhan ile "İkinci Yeni" izledi.
Ülkemizde yasaklı olmasına karşın Nazım
Hikmet ve Sabahattin Ali şiirimizi dünyaya tanıttı.
Onlardan sonra 1952'de Halk Evleri, sonra da
Köy Enstitüleri kapatıldı. Bu dönemde Kırklarelili Şair Avukat Niyazi
Akıncıoğlu içine kapandı
Bu günlerin şairi olarak size bir örnek
tanıtacağım: Arif Dino.
Beddua şiiriyle tanınır. Beyoğlu'nda karnı
acıktığında gördüğü dönercinin önünde "Döner kebap, dönmez olsun" demiş.
Arif Dino'nun yanındakiler, bu sözleri not
alıp akşam yemekte ona anımsatıyorlarmış. Yemek hesapları da elbette Arif Dino
ödermiş.
Bir gün Zincirlikuyumezarlığı yanından
geçerken, "Taştan mantar tarlası, çok yaşasın ölüler" demiş.
Babası sarayda Divan-ı Muhasebat
Reisliğinden emekli, ressam heykeltraş Abidin Dino'nun abisi. Bir Fransız
şairinden duyduğu "şair, şiirin fazlalığıdır" sözünden etkilenmiş, o
günlerde Sabahattin Ali ile yaptığı bir söyleşide, "Şiir ifrazattır"
demiş. Demiş ama ortalığı oldukça karıştırmış.
Sennur Sezer'in eşi değerli öykücü Adnan
Özyalçıner o günleri anlatırken: "27 Mayıs'ın gelişi her şeyi değiştirdi.
Ben 27 Mayıs'a askeri darbe demedim, demiyorum. Hiçbir arkadaşım da demedi,
çünkü biz 27 Mayıs'ı bir askeri dönüşüm olarak kabul ediyoruz. Neden askeri
dönüşüm; çünkü aydınlarla ve gençlikle el ele yapıldı. Hem iktidarın baskıları
kaldırıldı. Hem de kültürel açıdan büyük bir değişim yapıldı. O zamana kadar
yasaklı olan Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi şair ve yazarlar serbest
kaldı" diyordu.
1961 Anayasası gerçekten Türkiye'de yapılmış
en iyi anayasalardan biriydi. Ömrü uzun sürmedi, sürdürtmediler.
60'lı yıllar…
O güzel yıllar...
Planlı ekonomi ve özgürlükler…
Üretimdeki bilinçli artış ile gelen sosyal
refah, emeğin değerlenmesi…
En uzak kasabalarda kurulan fabrikalar
çalışanlarına hem ekmek, hem insanlık getirmişti.
Sennur Sezer de o günleri şöyle
değerlendiriyor. "60'lı yıllar şiirin altın dönemi. Kimse birkaç şiir
yazıp, ben şairim diye oraya çıkmazdı. Şairin saygınlığı vardı. En önemlisi
gençler okurdu, çılgınlar gibi okurdu ve merak ederdi. Araştırırlardı. Gençler
sinemaya, mitinglere, sevgilileriyle buluşmaya koltuğunun altında bir kitapla
giderdi," diyor.
50'li yılların sonlarında yazarlar ve diğer
genç şairler Şükran Kurdakul'un yönettiği Yelken Dergisi'nde toplanıyorlar.
Adnan Özyalçıner'in dediğine göre Yenikapı'da Kemal Bey'in kahvesiymiş;
gelenler arasında Müjdat Gezen, Yaman Tüzcet, Savaş Dinçel, Metin Akpınar, Eray
Canberk'in adlarını sayıyor.
Eray Canberk o günlerde Sennur Sezer'in
aralarına katılışıyla ilgili güzel bir anısını şöyle anlatıyor: "50'li
yılların sonu ya da 60'lı yılların başı. Yenikapı'da toplanıyorlar şairler.
Tamamen erkekler… Ve bir gün aramıza bir kız katılacak diye bir haber geliyor.
Çok heyecanlanıyor herkes. Onun katılacağı gün güzel kıyafetlerini giyiyorlar
ve beklemeye başlıyorlar. Bir kadın şair, bir kız şair gelecek"...
Sonra Eray Canberk şöyle bir duruyor, başını
da öne eğiyor: "Kız gelmedi, Sennur Sezer geldi" diyor.
"Ağrımasa bilebilir miydim yüreğimin
yerini," diyor Sennur Sezer. O, kafa tutan, karşı gelen bir şair.
"Bütün kış çiçek açar Sennur Sezer'in
şiiri" diyor eşi Adnan Özyalçıner.
"Sekiz yüz kişilik bir tersane düşünün.
O tersanedeki dört kızdan biriydim. Böylece on altı yaşın bütün çılgınlığı,
orada örgütlenme, sendikalaşma gibi oldu. Öteki kızlar çok güzel oya yaparlardı
öğlenleri; ben, Sendikacı çırağıydım," diyor Sennur Sezer.