13 Şubat 2025 Perşembe

Sennur Sezer için...

   Şiir, tanımlanması en zor edebiyat türlerinden biridir.

   Kimi, "bir düşünceyle kaynaşmış müziktir" der, kimi "insanı insana yaklaştıran, sevdirendir" der.

   Bence en doğru tanım, dil ve sözcüklerle yaşamı anlatmaktır.

   Yanındaki kadına, "suratın ne güzel" diyen ile "yüzün ne güzel" diyen arasında sizce şair ruhlu olan hangisidir?

   Başlangıçta dans, müzik ve şiir tek bir sanat iken dans bir yana bırakılınca türkü ortaya çıkmış. Türküde şiir, müziğin özü, müzik de şiirin biçimiydi. Sonra şiir ve müzik de birbirinden ayrılmış.

   Halk ozanları bazı güncel, tarihsel olayları, ya da bireysel duygularını şiire dökmüşler. Destanlar ilk şiir örnekleri olmuş.

   Cemal Süreya'nın dediği gibi, "Her şey şiir olabilir mi? Hayır, ama şiir her şey olabilir."

   Burada önemli bir nokta var. Sanatçının sanatıyla iletmek istediği, anlatıp göstermek, dinletmek istediği fikirleri, duygusu, düşüncesi var.

   Sanatçının yapıtında toplumu etkilemek, değiştirmek amacıyla bir iletisi vardır. Şiiri etkili yapan da bu değil mi?

   Destanlar Anadolu'da halk kültürünün ilk şiir örnekleri olmuştur dedik. Saraydan dışarı çıkamayan Divan Edebiyatı'nın zamansız ve mekansız şiir örnekleri okullarımızda ders olarak okutuldu.

   Anlaşılmayan ve ezberlenmezse not alınamayan "failatun failatun failun" dizeleri sanki öğrencileri şiirden uzaklaştırma amaçlıydı.

   Cumhuriyet döneminde her alanda olduğu gibi edebiyat, şiir alanında da atılımlar yapıldı.

   İstiklal Marşı yazarı Mehmet Akif ortama ayak uyduramadığı için kendini Mısır'a sürgün etti.

   "Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta" diyen karamsar Ahmet Haşim, Hececi Yahya Kemal, mistik Necip Fazıl 1940'ların etkin şairleriydi.

   Modernleşme yolunda Hececileri karşılarına alan Orhan Veli ve arkadaşlarının Garip şiirlerini, Cemal Süreya, Ülkü Tamer, Ece Ayhan ile "İkinci Yeni" izledi. 

   Ülkemizde yasaklı olmasına karşın Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali şiirimizi dünyaya tanıttı.

   Onlardan sonra 1952'de Halk Evleri, sonra da Köy Enstitüleri kapatıldı. Bu dönemde Kırklarelili Şair Avukat Niyazi Akıncıoğlu içine kapandı

   Bu günlerin şairi olarak size bir örnek tanıtacağım: Arif Dino.

   Beddua şiiriyle tanınır. Beyoğlu'nda karnı acıktığında gördüğü dönercinin önünde "Döner kebap, dönmez olsun" demiş.

   Arif Dino'nun yanındakiler, bu sözleri not alıp akşam yemekte ona anımsatıyorlarmış. Yemek hesapları da elbette Arif Dino ödermiş.

   Bir gün Zincirlikuyumezarlığı yanından geçerken, "Taştan mantar tarlası, çok yaşasın ölüler" demiş.

   Babası sarayda Divan-ı Muhasebat Reisliğinden emekli, ressam heykeltraş Abidin Dino'nun abisi. Bir Fransız şairinden duyduğu "şair, şiirin fazlalığıdır" sözünden etkilenmiş, o günlerde Sabahattin Ali ile yaptığı bir söyleşide, "Şiir ifrazattır" demiş. Demiş ama ortalığı oldukça karıştırmış.   

   Sennur Sezer'in eşi değerli öykücü Adnan Özyalçıner o günleri anlatırken: "27 Mayıs'ın gelişi her şeyi değiştirdi. Ben 27 Mayıs'a askeri darbe demedim, demiyorum. Hiçbir arkadaşım da demedi, çünkü biz 27 Mayıs'ı bir askeri dönüşüm olarak kabul ediyoruz. Neden askeri dönüşüm; çünkü aydınlarla ve gençlikle el ele yapıldı. Hem iktidarın baskıları kaldırıldı. Hem de kültürel açıdan büyük bir değişim yapıldı. O zamana kadar yasaklı olan Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi şair ve yazarlar serbest kaldı" diyordu.

   1961 Anayasası gerçekten Türkiye'de yapılmış en iyi anayasalardan biriydi. Ömrü uzun sürmedi, sürdürtmediler.

   60'lı yıllar…

   O güzel yıllar...

   Planlı ekonomi ve özgürlükler…

   Üretimdeki bilinçli artış ile gelen sosyal refah, emeğin değerlenmesi…

   En uzak kasabalarda kurulan fabrikalar çalışanlarına hem ekmek, hem insanlık getirmişti.

   Sennur Sezer de o günleri şöyle değerlendiriyor. "60'lı yıllar şiirin altın dönemi. Kimse birkaç şiir yazıp, ben şairim diye oraya çıkmazdı. Şairin saygınlığı vardı. En önemlisi gençler okurdu, çılgınlar gibi okurdu ve merak ederdi. Araştırırlardı. Gençler sinemaya, mitinglere, sevgilileriyle buluşmaya koltuğunun altında bir kitapla giderdi," diyor.

   50'li yılların sonlarında yazarlar ve diğer genç şairler Şükran Kurdakul'un yönettiği Yelken Dergisi'nde toplanıyorlar. Adnan Özyalçıner'in dediğine göre Yenikapı'da Kemal Bey'in kahvesiymiş; gelenler arasında Müjdat Gezen, Yaman Tüzcet, Savaş Dinçel, Metin Akpınar, Eray Canberk'in adlarını sayıyor.

   Eray Canberk o günlerde Sennur Sezer'in aralarına katılışıyla ilgili güzel bir anısını şöyle anlatıyor: "50'li yılların sonu ya da 60'lı yılların başı. Yenikapı'da toplanıyorlar şairler. Tamamen erkekler… Ve bir gün aramıza bir kız katılacak diye bir haber geliyor. Çok heyecanlanıyor herkes. Onun katılacağı gün güzel kıyafetlerini giyiyorlar ve beklemeye başlıyorlar. Bir kadın şair, bir kız şair gelecek"...

   Sonra Eray Canberk şöyle bir duruyor, başını da öne eğiyor: "Kız gelmedi, Sennur Sezer geldi" diyor.

   "Ağrımasa bilebilir miydim yüreğimin yerini," diyor Sennur Sezer. O, kafa tutan, karşı gelen bir şair.

   "Bütün kış çiçek açar Sennur Sezer'in şiiri" diyor eşi Adnan Özyalçıner.

   "Sekiz yüz kişilik bir tersane düşünün. O tersanedeki dört kızdan biriydim. Böylece on altı yaşın bütün çılgınlığı, orada örgütlenme, sendikalaşma gibi oldu. Öteki kızlar çok güzel oya yaparlardı öğlenleri; ben, Sendikacı çırağıydım," diyor Sennur Sezer.  

  

   

Hiç yorum yok: