3 Kasım 2012 Cumartesi

B.KARIŞTIRAN’DAN: “HER ŞEY ON DAKİKANIN İÇİNDE OLDU”




Karıştıran’da göreceklerimizin habercisi…
O ilaç fabrikasından aşağıya salınınca, yolun sağında-solunda göze çarpanlar yaşanan kötü anların tanığıydı…
Kuru derenin üzerindeki köprünün; fabrikalarına her gün gidip gelen işçilerin bir kez bile altından geçen suyu görmediği köprünün çevresi çamur birikintileriyle kaplanmıştı.
On gün önceyi yaşayanlar: “bu daha ne ki?” dediler.
Karıştırana doğru kavşaktan döndük. Çamur, yaşananların her yanı sarmış kalıtıydı…
Kasabaya girmeden sağa, Koca Sinan’ın 450 yıl önce o günkü adıyla “Karıştıran-ı Kebir”e armağan ettiği sekiz gözlü köprüsüne doğru saptık. Köprü küçülmüş, sanki tek gözlü kalmıştı… Seksenli yılların başındaki E5 üzerindeki köprü ile tarihi köprü arasındaki çukurda biten sazlıkları görür gibi olduk. O çukur yıllar önce kamyon parkı yapmak için doldurulmuştu. Nasıl olduysa zamanla parkın bir ucuna Jandarma Karakolu da oturtuluverdi.
Koca Sinan’ın köprüsünün Karıştıran yanı park yapılmak üzere 2.5-3 metre doldurulmuş, dere yatağı yola kadar daraltılarak yükseltilmişti.
Geçtiğimiz hafta görüştüğümüz Belediye Başkanı Lütfü Karaman, Büyükkarıştıran’a hizmet etmenin gururuyla, “seksen dönümlük alana Gençlik Parkı yapıyoruz” diyordu.
“On gün önce park inşaatının çevresini kaplayan tel çitlerin selin taşıdığı çer-çöp ile dolduğunu, suların akışını engellediğini” söylediler. O nedenle tel duvar direklerinden sökülüp atılmıştı.
Yola doğru işaret ederek insanlar burada öldü; “sel burada takılıp kalınca” dediler…
Hala yağmur yağıyordu. Selden zarar gören Büyükkarıştıranlılar, Belediye yanında bir parkın kapalı alanında toplanmışlardı. Yanlarına gittik. Suskun, somurtuk ve huzursuzdular…
80 ev zarar gördü demişlerdi ama 25 kişiydiler. Yaşadıklarını, zararlarını konuşarak sorunlarına yetkililerin çare bulmasını istediler.
Büyükkarıştıranlı emekli eğitimci Mümin Sönmez yönetiminde yapılan toplantı, Sönmez’in; “Maalesef üç acı kaybımız var. Bir baba-oğul, Siyami Yeni ve oğlu Semih Yeni ile Zehra Demirel’in ölümü nedeniyle bu ailelere başsağlığı diliyoruz. Böyle bir olayın bir daha başımızdan geçmemesi için bazı tedbirlerin mutlaka alınması gerekiyor. On güne yakın zaman geçmiş olmasına karşın yaşananlar ortada, bu yaşananları da arkadaşlar sizlere aktaracak” diye konuşmasıyla başladı.
Olayın mağdurlarından belediyeden emekli Orhan Kır: “Olay akşamı ölen arkadaşlarımızla lokantada beraberdik. Biri geldi, sel geliyor dedi. Kendimizi dışarıya attık. Su gelir gelmez dizlerimizi geçti. Eve koştuk. Evdekiler neredeyse boğulmak üzereydi, onlarla birlikte yaşlı bir komşumuz vardı, kızı ile onu da kurtardık… Eskiden dere taştığı zaman su ağır ağır gelirdi. Kaçma imkanımız vardı. Bu kez çok ani oldu” dedi. “Evden sonra ölümlerin yaşandığı yere gittik. Ölen arkadaşlarımızı sel sularından çıkardık. Yolun karşısında elektrikler saat 20’den beri kesik olmasına rağmen ölen arkadaşlarımızın bulunduğu taraftaki lokantada elektrikler vardı” diyerek sözlerini tamamladı.
Karayollarından emekli Fatih Mahallesi’nde oturan İsmail Tunç: “Küçükbaş hayvancılık yapıyorum. O gün akşamüstü yağmur atıştırmaya başladı. Kardeşim telefon etti, İğneler Köyü’nden bir çoban arkadaş telefon etmiş, büyük bir sel geliyor demiş. Saat 19-19.30 gibi aramış. Telefonu önemsemedik. Yukarıdan silahlar atıldı, koştuk gittik. Her yer su içinde. Koyunların ağılına gittim. Gece 10’dan, 2’ye kadar sudan hayvan çektik. 78 tane kurtarabilmişiz, 240 tane koyunum vardı…” dedi. Tunç bir soru üzerine olay öncesinde herhangi bir anons duymadığını söyledi. 
Faik Küçük: “Her şeye on dakikanın içinde oldu. Sular geldi; altmış ton buğdayımız, otumuz, samanımız ne varsa aldı götürdü. Evdeki giysilerimiz, beyaz eşyalarımız on dakika içinde yok oldu. Valilikten beş yüz lira yardım aldık” diyerek yaşadıklarını anlattı.
Büyükkarıştıranlı sel mağduru Selami Cambaz ölümlere tanık olduğunu anlatırken sanki o anı yine yaşıyordu. “Sel geldiğinde Siyami ile oğlunu lokantanın kaldırımından yürürken gördüm. Halil İbrahim’in evinin yanındaki çöp bidonunun yanında Siyami “ah” yaptı, yere düştü. Onu kurtarmak için iki adım attım ayaklarımı cereyan sardı. Suda cereyan var diye bağırdım ve çevredekileri uyardım. Siyami, orada çöp bidonunun yanında öldü. Oğlu da onu kurtarmak için duvara tutunarak koştu. Orada ona da bir olay oldu. Kahveden telefon etmişler tel kopuğu olduğunu tamirat çalışması olduğunu öğrenmişler. Yıldırım Mahallesi’nde elektrik vardı, yolun karşısında elektrik yoktu” diyerek konuştu.
Masada oturan biri “Mehmet Ali’nin oğlu Ünal’da varmış, çekmişler kameraya kopuk kablodan suya şelale yaparken…” dedi.
“135 koyunum vardı, 120'si gitti!..” diyerek konuşmasına başladı Osman Yavuz: “Evim derenin kenarındaydı, çok kötü oldu… Yemlerim, arpalarım, buğdayım, ev eşyalarım hepsi gitti” dedi.
Yanımızda oturan bey suskunluğunu bozarak kararla konuşmaya başladı. “Belediye meclis üyesiyim, adım Bayram Güner” diyordu. “Kahvedeydik. 20-20.30 sıralarında elektrikler kesildi. Yan masada konuşuluyordu, İğneler ile Pınarbaşı arasında bir köprü varmış o köprünün sular altında kaldığını geçit vermediğini söylüyorlardı. Bu kadar büyük olacağını düşünmediğimizden önemsemedik. Eve gidip erkenden yattık. Gece 0.30’da uyanıp dışarıya çıktık. Şişme botlarla insanlar selde mahsur kaldıkları yerlerden kurtarılıyordu. Maddi ve manevi kaybımız büyük, devlet büyüklerimizin bu işe el atmasını, sorunlarımızın çözülmesini istiyoruz” dedi. Güner bir soru üzerine “kriz masası oluşturulmalıydı” diyerek “belediye gittik, durum değerlendirmesi yaptık. Başkan, selden seksen ev ve otuz işyerinin etkilendiğini ve devletten kişi başına beşyüz lira geldiğini söyledi. Bizim oturumlarda karşı çıkmamıza rağmen dere yatağının karşı tarafına ve köy tarlası dediğimiz taşkın sahası alana geçtiğimiz Nisan ayında dolgu yapıldı. Kızılay’ın burada deposu var ama hiç kapısı açılmadı, yardımını görmedik. Böyle bir afette kayıtsız kaldığı için Kızılay’ı kınıyorum. İki katlı bina, en azından yirmi otuz tane oda var. Mağdur olan aileleri o odalarda barındırabilirlerdi. Başkan, toplantıda beş yüz tane köfte ekmek yaptırıp dağıttırdığını söylemişti. İnsanlar artınca afetzedeleri ayıramadığını, köfteden vazgeçip pilav ayran dağıtımına başlandığını” söyledi.
Mera Birliği Başkanı İrfan Kambur, yaşanan sel felaketinin mera vasfında olan yerlere uzun yıllardır yapılanların sonucu olduğunu söyleyerek konuşmasına başladı. İrfan Kambur: “En büyük sorun çamlığın altı… Oradaki dolgu tam yirmi metre, mera statüsünde dere yatağıydı. Orası hala mera… Kanuna göre sözde meraya kimse dokunamaz ama toprak dolduruldu. Köy yerleşimi aşağıda kaldı. Yapılan park nedeniyle dere yatağına bent çekildi. Yukarıdan gelen su sete vurup mahalle içine dönüyordu. Su palet, balya ne toplamışsa taşıyor. Mimar Sinan’ın köprüsü iki göz kalmış… Park alanını yarım metre doldurduk diyorlar. Kepçeyi vursunlar iki-üç metre altta çim çıkacak görürüz” dedi.
Ölenlerin kardeşi ile yeğeni olduğunu söylüyordu, Burhan Yeni; “En büyük yanlış dere yatağının doldurulması… Belediye Başkanı ve çalışma arkadaşları rant peşinde. Bu parkın aynısını Amerika’da görmüş. Karıştıran’a aynısını yapmak için ant içmiş ama altyapısını yapmadan yapmış. Bu yüzden felakete uğradık. Kardeşimi yeğenimi kaybettim. Bu konuda sonuna kadar mücadele yapacağım. Tredaş’ın da büyük suçu var... Sel geldiğinde kendi dertlerine düşmüşler. Elektrikleri kesmeliydiler. Daha önce de üç sefer sel yaşadık ama böyle bir şey görülmedi. Başkan iki saat önce haber aldığını söylüyor. Haber almış da halkı niye bilgilendirmemiş. Anons için cereyan yoksa zabıta niye gezip insanları haberdar etmedi. Kendi yandaşlarının yanına çamlığa gitti, kalkın sel geliyor dedi. Havada yine yağmur var. Yine sel gelirse aynı felaketin daha büyüğünü yaşarız” dedi.
Toplantı bitiyordu. Yağmur nedeniyle sığındığımız parktaki kapalı alandan çıkarken arkamızdan sesleniyorlardı; “Bu parkın buradan kaldırılmasını istiyoruz. Biz dere boylarında çocuklarımızın ölülerini aramak istemiyoruz. Dolguların kaldırılıp eskisi gibi dere yatağı ortaya çıkarılsın…”