17 Mart 2021 Çarşamba

SANIRSIN Kİ; KAKAVA İLE HIDIRELLEZ AYNI!



Kızdım sana Bektaş Can…

Ne işin vardı Edirne’de; Tunca Nehri’nin soğuk sularında?

Dizlerine kadar girmişsin Kırklar’ın Şeytan Deresi’ne…

Gördün mü “Babafingo”yu?

Oysa atalarımızın yüzyıllardır kutladığı ne güzel geleneğimiz vardır, unuttun mu?

6 Mayıs oldu mu, daha güneş doğmadan coşkuyla, elele doğaya koşardık. ‘Hıdır ile İlyas’ derdik, ‘baharın müjdesi’ der, yeşil söğüt dalları takardık komşu kapılarına…

Hani, o gün gelen Hızır Baba'nın türlü çiçeklerden örülmüş bir cüppesi vardı; bastığı yerlerde güller açardı, güneşle birlikte bülbüller ötmeye başlardı…

Çocuklarımız da, o heyecanı yaşarlardı Bektaş Can...

Belediyenin odunlarıyla tutuşturulan Kakava ateşine benzemez; onlarca ateş yakılırdı su boylarında, üstünden atlanırdı unuttun mu?

Hıdırellez sana yetmiyor muydu Cancağızım; Kakava’yla senin ne ilgin var?

Gidersin elbet, kalabalığı da görünce…

Gelenlerden para kazanacaklar ya; taşırlar insanları Bursa’dan, İzmit’ten, Çanakkale’den, İstanbul’dan…

Edirne Belediyesi, Kırklareli Belediyesi yapar günlerce düzenlemeyi; koşar gelir günlük yaşamın sıkıntılarından bunalmış insanlar.

Köfteyi, ciğeri yerler; rakıyı içerler, göbeği atarlar.

Bakarsın şenlik var, hoşuna gider…

Sanırsın ki; Hıdırellez ile Kakava aynı!

Öyle mi?

Değil Cancağızım, değil…

“Aynısı” diye sana yutturmaya çalışanlara inanma.

İnanırsan, işte o zaman unutursun Hızır ile İlyas’ı…

Atandan kalan kültüründür, gücündür o senin.

Hıdırellez’i unuttun mu, yitirirsin benliğini...

Kültürünü yitirmeni sinsice isteyenler vardır; gözünü, kulağını, aklını kullanmazsan sen duymazsın, görmezsin, bilemezsin.

Belediyeleri bağlarlar, seçilmişleri yönlendirirler anlamazsın.

Sömürgen güçler, küresel kuruluşlar, ‘Heinrich Böll Stiftung’ vardır arkalarında.

Anladım, sen bilmezsin Almancayı, bil; Stiftung vakıf demektir.

Belki belediyedekiler, seçilmişler de bilmez. Vakıftan düzenleme paraları gelir ya…

Paraları boldur, gözleri de senin o güçlü kültüründedir Bektaş Can…

Paraları dağıtarak demokratikleştirme derler; bölüp - sömürgeleştirme isterler.

Unesco’ya, ‘İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Listesi’ne senin Hıdırellez’ini değil, Kakava’yı aldırırlar.

Sen bilmezsin.

Sen ‘Hıdırellez’i unut, Kakava’ya gel’ isterler. “Gel, ye, iç, göbek at. O anı güzel yaşa, başka şeye karışma” derler.

Dönüştürmeye, yabancılaştırmaya uğraşırlar, anlamıyor musun?

6 Mayıs’ta üç fidanı neden astılar Bektaş Can, tam o güne neden denk getirdiler?

Yirmi yıl önce, 6 Mayıs’ta göbek atacakları Kakava Şenlikleri var mıydı?

Senin kültürünü sana unutturmak, karıştırmak, zayıflatmak isterler.

Önce kulak asmaz, önemsemezsin; sonra zamanla alışıp uyarsın onlara. Dikkat et, uyma!

En kötüsü kirliliğe alışan gözdür, Bektaş Can.

Hele de o göz kirliliğe doğmuşsa…

Görmez, rahatsız olmaz, tepki göstermez olur.

Böyle durumda önce dilini yitirir insan, toplumları birbirinden ayıran ve onlara toplum olma özelliğini kazandıran kültürünü, geleneklerini yitirir…

İnsanlığını…

Arap kültürünü veya batı kültürünü toplumumuza dayatarak senin kültürünü yitirmeni istemeleri dünün, bu günün işi değil elbette…

Suratını asma, ‘Tüm yanlışı sen yaptın, kötülüklerin sorumluluğu sendedir’ demiyorum Cancağızım.

“Benim Kâbem insandır” diyen, yaşamı boyunca hiç hacca gitmeyen Bektaş Veli’yi 13. yüzyılın başından bu yana “Hacı” yapmadık mı?

14. yüzyılın ortalarında Trakya’da ‘şeyhlik’ mi vardı da, Simavna Kadısıoğlu Bedreddin Trakya’nın ilk ve son şeyhi oldu?

Onları şu anda bile böyle anmıyor muyuz?

Anadolu kültürünü benimseyen, o kültürü yaşamak isteyenler bilmeli; yüzyıllardır kültürel değerlerimizi sultan, seyit, imam vb. gibi Arap önadları ile anmak bizim yanlışımız.

Dinci faşistlerce katledilen eski Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı, döneminde yayınladığı kitapların önsözünde, “Kültür, toplumu oluşturan bireylerin duyuş, düşünüş ve davranış birliğidir” diye tanımlamıştı.

Bu birlik ülkelerin zengin veya fakir olmasının ana etkenlerinden biridir.

Devletlerin yaşı, doğal kaynaklarının var olup olmaması, coğrafi konumu, yaşayanların ırk ve deri rengi o ülkenin zengin veya fakir olmasının etkeni değildir.

Uzun yıllar eğitim ile topluma işlenen duyuş, düşünüş ve davranış birliğidir; yani kültürdür.

Bektaş Can, unutmamamız gereken, çocuklarımıza aktarma yükümlülüğümüz bulunan kültürümüz, bir anda oluşmadığı gibi, atalarımızın Anadolu’ya geldiklerinde de hazır buldukları bir olgu değildi.

Anadolu’nun eski halkları, 10. yy’da Orta Asya’dan göç etmek zorunda bırakılan Türkmenleri karşıladılar; inançlarını, göreneklerini, geleneklerini benimsediler.

Yaşama bakışlarıyla, türküleriyle, sazlarıyla gelenler Anadolu’da yaşayanlarla kolaylıkla kaynaştılar.

Bu güne, “insana sevgi, bilgiye sevgi, aydınlığa sevgi” ilkeleriyle taşınan kültürümüz zaman içinde dinsel, mezhepsel ayrım düzeyine daraltılarak bastırılmaya, unutturulmaya çalışıldı. Dün olduğu gibi yarın da Trakya’daki Kakava örneği gibi bulanıklaştırılmaya, yabancılaştırılmaya, dönüştürülmeye çalışılacak.

Cancağızım, bunu önlemek için ne yapmak gerek biliyor musun?

Bilmek gerek…

Sen Kakava’nın ne olduğunu, bekledikleri ‘Babafingo’nun sana bir yarar sağlamayacağını okuyup öğrenseydin oraya gitmezdin, Tunca Nehri’nin veya Şeytan Deresi’nin soğuk sularına girmeyi düşünmezdin.

1980 Darbesi’nin ülkemize verdiği en büyük zararlardan biri kitapları kötülemesiydi.

Onlar bilgiden korktular Bektaş Can, bilginin yaşamı güzelleştirmesinden korktular…

Anımsarsın o yıllardan sonra uzun zaman kitap okuyanlar devlet düşmanı gösterildi.

Oysa kitap insanlığın belleğiydi, Cancağızım...

Bilirsin, zaman içinde her şey unutulabilir ama yazıya geçmiş, belge niteliği kazanmış “söz” sonsuzlaştırılır.

Bilgi kültürdür, bize de bu gerek…

Can dostum Halk Ozanı Kaplani’nin dörtlüğü ile hoşça kal diyorum, Bektaş Can…



“Karanlıksa halkın üstüne çöken,

Cehalettir toplum belini büken,

Zulmü sürükleyip ummana döken,

Bentleri yıkacak sel olur musun?”



Hiç yorum yok: