4 Temmuz 2010 Pazar

SİVAS'IN ANISINA...

Tüm canlar ayağa kalkıp el ele tutunarak geniş bir daire oluşturdular. Ortalarında hızla dönen Dedelerin çevresinde, onlarla gönül birliği etmişçesine hep bir ağızdan okudukları gülbenk ile yavaş yavaş dönüyorlardı.
“Gel bize deli diyenler
Nasihat heyleyenler
Can verdim canan buldum
Geçtim ben bu canımdan
Hühailahe illallah lailahe illallah...”
Onların ortasında, onlardan daha hızlı dönüyor, nefesleri tükenircesine yürekten bağırıyordu Dedeler. “Hü Allah, hü Mevlam, hü Dost...”, “Hü aşkıyla, hü sıtkıyla, hü dost...” Bir nefeste çıkan her kelimede gittikçe hızlanan bir uyumla sağ ayaklarını yana atıyor, öteki kelimede de sol ayaklarını arkaya çekiyorlardı. Dedelerin kolları enselerinden kenetlenmiş, başları öne eğik hızla dönüp duruyorlardı. Kendilerinde değildiler. Benlikleri yok olmuş, iki dünya arasında kalmıştılar. Birinin kolları diğerininkinden sıyrılsa dağılıp uzunca süre kalkmamacasına yerlere düşecek gibiydiler.
Kollarına asılı peşkirleri ile duvar kenarında hazırda bekleyen üç görevlinin dışında salonda herkes boş bulduğu yere bağdaş kurmuş, oturmuştu. Cem’e girilen giysiler sofraya oturana kadar çıkarılmaz; ne bir şey yenir, ne de içilirdi. Mumlar, idare kandilleri içerisini aydınlatmaya yetmiyordu. Dedebaba’nın arkasındaki duvarda raf üzerinde kitaplar, kitapların yanında da asılı çeşitli boylarda üç bağlama durmaktaydı. Topluluğa hizmet edenler üç el dem sunma işinin aralarında kavrulmuş kurban ciğeri ve karabiber, soğanla ovuşturulmuş “Cebrail eti”ni meze olarak dağıtmışlardı. Cebrail, “Balım Sultan”sız hiç olmazdı. Dedebaba’nın sözleri odadakilerin gönül gözlerini açmış, her şeyi daha iyi görmelerini sağlamıştı:
“Bizim dinimiz sevgidir, muhabbettir. İlkelerimiz yaşamımızı düzenler. ‘Ademe muhabbet’, insanı sevmedir. ‘Dem’e muhabbet’, olgun insanın sözüne, sesine, soluğuna değer vermedir. ‘Nur’a muhabbet’, aydınlığı sevme, karanlıktan uzak durmaktır...”

Hiç yorum yok: